22 Mayıs 2014 Perşembe

"Ölüyorum tanrım
 Bu da oldu işte.

 Her ölüm erken ölümdür
 Biliyorum tanrım.

 Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
 Fena değildir...

 Üstü kalsın..."

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Acıktım
Hiç acıkmadığım kadar çok acıktım ki
Uykumdan uyandım
Çıktım, yürüdüm
Asker abi domates peynir
Ekmek arası, bir de cay
Yedim, yedim de doymadım
Açlığım ruhumdanmış  
Uyuyamadım 
Sen düştün aklıma amansız
Başak tarlaları sonra 
Sözlerin baktı beynime
Bir martılar uyanık şimdi
Bir sen, bir ben                          
Asker abi bile uyudu                     
Biz hala uçuyorduk
Açlığım düştü denize     
Kanatlarımız İstanbul oldu
Kuleler gördük 
Bölündük  
Görünmezdik
Göründük
Yarısını öldüm         
Ömrümün
Yarısını böldüm
Bir martı düştü denize
Biz hala uçuyorduk

Başım ağrıyor 
Hem de hiç olmadığı kadar 
İğrenç, yeşil, solucanımsı damarlar 
Çıkıyorlar başımdan 
İlaçlar bir işe yaramıyor 
Hiçbir şey o düşüncelerin geri gelmesini engellemiyor 
Başımdan atmak istediğim paranoyalar 
Saplanıyorlar dibine kadar 
Acıtıyorlar
Sanki düşüncelerim 
Birer lastikle bağlılar kafama 
Ne kadar uzağa atarsam 
O kadar sert saplanıyorlar 
Yarasına basılmış bir halkın feryadı gibi 
Kuyruğuna basılmış bir it gibi 
Korkutulmuş bir tavşan gibi 
Çığlık çığlığa beynim 
Kurtuluş mümkün 
Kurtuluş hazır 
Kurtuluş uzak değil 
Otobüste karşılaştığım obsesifin sarıldığı gibi elindeki oyuncağa 
Kucağımda bütün sözlerim 
Sımsıkı dipdiri duruyorlar 
Göç başladı 
Kucağımdan beynime 
Beynimden denize 
Kırlangıçlar kadar mevsimden mevsime göçmeyecek artık düşüncelerim 
Sabah kahvaltımı paylaştığım serçeler gibi 
Kalıcı, sadık, bir lokma sevgiye muhtaç 
Kucağım boş artık 
Dedim ya 
Hem de hiç olmadığı kadar ağrıyor başım Ama kalbim ferah.
Balkona çıkıyordun karşılaştığımızda 
Birileri bir şeyler anlatıyordu 
Sen gülüyordun 
Döndün ve beni gördün 
Gülümsemen düşmedi yüzünden, gördüm 
Baktın, gülümsüyordun 
Bana değil ama biliyorum, anlatılanaydı Tebessümün      
İçeri girdin devirdin yüzünü kucağına 
Tekrar çıktın 
Yıktın sert bakışlarını kalbime 
En dibine 
Dimdik yokuşlardan yuvarladın öfkeni
"Nereye?" 
Kelimelerimi yutkundum, soğurdum düşündüklerimi 
Dizelerimi getirdim sana, yakın olmaya 
Diyemedim                                           
Bakışların döküldü balkondan aşağı
Toplayamadım, ezildim
Gözlerinde gizliliğin çöktü boğazıma
Ruhuma, yüzüme, ayağıma, koluma
El salladım, el salladın
Siktir edilmişliğe uğurladın
Gittim
Şimdi kapkaranlık dapdar bir sokakta
Bir ev girişine oturdum
Sen iki adım ötemde
Ben bir arşın uzakta
Kelimeler dökülüyor gözlerimden
Seni gören kelimeler
Tutup öpüyorum
Mecnun'un Leyla'yı gören köpeği öptüğü gibi öpüyorum üzerime yıktığın bakışlarını  
Topluyorum, yapıştırıyorum
Kapkara bir sokakta oturuyorum
Yürümesem de engeller çarpıyor yüzüme
Ben sadece duruyorum

Işığım bir daha yanacak mı, bilmiyorum
Üşüyorum soğuk taş merdivende
Gidesim yok hiç, buralar benim artık
Işığına yakın sana uzak
Oturuyorum soğuk taş merdivende  
Kapkaranlık daracık bir sokakta
Sen köşeden dönünce oradasın biliyorum
Ama buralar farklı sokaklar, görüyorum
Olmayan köşelerden dönemiyorum
Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum
Yerler ağır çamurlu kalabalık 
Kalbim acı kırık buruk bağır bağır bağır 
Adımlarım ufak küçük değil 
Ufak ağır aksak 
Çamurlu kalabalık acı kırık buruk 
Çanak çömlek pat pat pat 
Kavga gürültü çat pat küt çat pat 
Kat 
Kaç söyle tırmanayım rapunzel 
Uzat 
Saçlar tarlalar kuşlar 
Dokunmasın teğet geçse de olur gözlerin 
Güneş beni 
Yak yak yak 
Yaz(!) gelir aklıma ayak 
Ayakların ağır bir o kadar aksak 
Yerler ağır çamurlu kalabalık 
Yağmur döküyor sanmış kendini 
Ha-ha
Büyük adımlar atıyoruz 
Sonsuzluğa giden bu daracık yolda    
Bitmiyor, tükenmiyor kısacık mesafeler Çünkü sen susuyorssun 
Öyle susuyorsun ki hem de 
Kalbimin kulakları patlıyor 
Susmaktan senin kalbinin sesi kısılıyor Duyamıyorum 
Susmaya o kadar çok vermişsin ki kendini Dokunmuyorsun bile bana 
Sarıldığımda itmek için bile 
Öptüğümde kaç gülümsemeyiş 
Kaç keder hanesi oluşacak daha yüzünde 

Lavlar durdu patlamaz artık kolay kolay 
Kraterler soğuk gitsinler göçsünler evlerine 
Kahrolsun incir ağacı dikilsin evine hanesine 
Keder denen melanete

Sokaklar gürültücü insanlardan geçilmiyor
Senin sessizliğin hepsini bastırıyor
Hayır sana gürültücülerden daha gürültücüsün demiyorum
Daha güçlüsün daha seslisin
Benden başka kimse duymuyor bu yakarışı
Kimse gelip sormuyor neyin var diye
Adımlarım küçülüyor, kelimelerim var diye
Adımlarım küçülüyor, kelimelerim zaten hiç yoklar Susuyorum yine

Ben de anlıyorum sağır kelimelerin dilinden
Tat susuşların melodisinden, ritminden
Artık anlıyorum
Ve biliyorum sessiz çığlıklaarın duyulmayışını
Ağzın susup kalbin ağıtlar yakışını
Ve görüyorum kalbin kıtalara ayrılışını
Ve düzeliyor her şey biliyorum
Senin istediğin yaşanıyor ve
Ben bu sefer ilk kez susuyorum
Olmuyor sevgilim
Sana şiir yazarken yalnız olmamak  kıskançlığımı hat safhaya çıkarıyor
Sanki sana söylediğim kelimeler önce insanlara çarpıyor 
Dayanamıyorum kelimelerim kaşarlanıyor  
Var mı bir yer bildiğin 
Kirliliğin olmadığı 
Yalnız ikimizin olduğu ve benim kelimelerimin temiz kaldığı 
Var mı Güneşim söyle 
Sözcüklerin bile kirletemediği bir yer var mı

20 Mayıs 2014 Salı

Sana hiç mektup yazmayışımın pişmanlığını duyacağım günü bekliyor gibi bekliyorum ayrılığımızı. Demem o ki beklemiyorum. Şiirlerim yetsin sana, ben mektup yazamıyorum. Defterim beklenmez olsun öyle şeyler diyor, bense artık bilmiyorum.
Aramıyordum kimseyi
O zarları atıncaya kadar
Fark etmemiştim dü-yekteki eksikliğini
Sen ki ekmekmişsin, su, berrak
Azizmişsin, olmamış hayatımda
Kimsenin gözleri seslenilesi değilmiş
Güneşi saçların sanmışlar
Siyah olmuşsun bana kadar
Şikayetin bundan rengini çalmışım
Bilmezmiş gibi kaynağın sende olduğunu
Aldım, oldum, rengim yok deme
Bir rengin daha var
Güneş
Gözlerindeki kelime, gözlerin anahtar
Uyuyunca gececek sanki her sey
Sahi var midir 8.15 vapuru ruyalarda
Denizler dalgalanir mi
Zaman yolcu mudur hala
Cehennemim cennetim olur mu kabuslarimda
Tenin kavurur mu saniyorsun tenimi
Bakislarin dondurur mu yuregimi
Saclarin duz mudur dokunur mu zaafima   Hayal kurar miyim saniyorsun uyuyunca
Sen genc misindir bu kadar
Dilinin disleri dokulmemis midir  
Savrulan sen misindir ben mi  
Ölum var midir orada
Uyumak her seyi cozer
At olur kosarim balik olur yuzerim
Agac olur yasarim
Kartal olur ucarim
Uyurum gecer
Kuleler takarim boynuma
Nasıl yaşıyorum böyle
Uykuya bile izin vermiyorlar
Bana nereden geldi böyle
20. asrın saygısı
Nereden geldi bana bu lanet olası kalp
Kimindi önceden bilen, duyan
Yok
Hiçbir şey yok hiçbir kimse
Sevmiyorum insanları, sevmiyorum
Canımı en çok seven de onlar
En çok siken de
Küfürsüz olmuyor kardeşim
Yaşanmıyor üç kişiyle
Götüm metrekare yerde
Gözlerin
Gözlerin gözlerime dokununca dünyalar devrilse
Umursamam
Çivisi çıksa her şeyin kahrım olmaz
Bak
Sokaklar kalabalıklaşıyor biz bir kenara ilişince
Derdim olmuyor buna
Ben dokundukça büyüyor günahların
Ben bakınca hatırlanıyor herbiri
Zembereği boşalmış bir saatmişçesine dökülüyor ağzından her şey
Gözlerin dedim ya
Baktıkça hiç oluyor dertlerim
Bir sigara atıyorum gökyüzüne
Hükmetmiyor gözlerin sana
Gözünde gördüklerim yetmiyor
Seni sen yapmaya, ben
Beni benden almaya yettiği kadar, sen
Gözlerin senden ayrı
Güneşe dünya
Itaat et diyorsun onlara
Nefret akıyor, sevgi oluyor
Ben iki duble söylüyorum
Bardaklar boşalıyor
Söylenenler dolduruyor
Tekrar ve tekrar
Vurmuyor sarhoş etmiyor
Aslolan Güneş kadar
Ne güzeldir insanın
Tanrıdan
Sevdikleri için sağlık sıhhat
Bekleyen için sabır
Öğrencisi için başarı
Ölmüşlerinin ruhuna rahmet dilemesi
Ve ne acıdır
Tanrım ben...
Deyip susması susmak zorunda kalması
Üşüyorum.
Islanıp da kar ayazında kalmış gibi
O kadar soğuk ki bu his titriyorum.
Öyle olduğundan değil
Ateşler içinde üşüyorum
Sana hissettiklerimin sıcaklığının tarifi yok
Hislerimi sana hissettiremediğime yanıyorum
Bana hissettirilen
Son dem
Canım ölüyor, ağlıyorum
Bak işte geliyorsun
Gelmek ya nasıl gelmek
Tüm gösterişsizliğinle en güzel halinle
Saçlarına taktığın tek bir toka
Omzundan memelerinin üzerine
Dağılıyorlar, uyumlular, dağlıyorlar
Bakır kızılı diyorlar Güneşe inat
Dümdüz salınıyorlar
Üzerine rahatlığını giymişsin
Boyanın zerresi yok yüzünde
Saf, temiz, parlak
Benim için giyinmiş gibisin
Benim için evinle gelmiş, evini giymişsin
Elinde de kitaplar, ağırlar
Benim için kalkmış, onları getirmişsin
Bavulum taşır mı bilmem, yerim dar
Merakın olmasın sevgilim
Onları
Kalbim de ağırlar

Özüm Bağları

 İnsan, insanı "öz"leyince, ölümün adının yavaşça silinmeye başladığını görüyorum.Şu an çalsa ölüm meleği kapamı ya da kapımı çalmak durumunda bıraksam onu, gözümü bile kırpmadan teslim olurum ona. Arkamda bıraktıklarım umrum olmaz o an, özlenen bile. Çünkü doyurulamayacaktır artık bu beden, bu kalp. Bunun tek çıkar yolu ölümdür ve o en anlamsız olanıdır. Anlamsızdır, anlamsız olduğu kadar da tatmin olma yoludur, ruhun doyurulmasıdır, son mertebedir. Hayır! Kesinlikle bencillik değildir bu. Geride bırakılana kalan acıdır ve o acı insanın "öz"ünü geliştirir, özleyene duyulan özlemi arttırır. Geride bırakılan her kişi doyurulur ve tatmin edilir. Bu bir düşünme biçimidir. "Öz"leyenin, "öz"leneni düşünme biçimi.